Yükselme Devrinin, doğru bir söyleyişle, Klasik Dönem padişahlarından en ünlüsüdür, Kanunî Sultan Süleyman… Batılıların deyişiyle, “Kanun benim” diyen Muhteşem Yüzyılın Muhteşem Süleyman (Magnificent Suleiman)’ıdır, o… Osmanlı II. Mahmut’a “Adlî” diye lâkâp koyarken, ona Kanunî adını vermiştir. O egemenliği kayıtsız ve koşulsuz olarak kendinde toplayarak koymuş olduğu kanunnameleriyle, dünyevi yasalarıyla ülkeyi yönetirken, II. Mahmut milleti hukukla tanıştırmıştır. İşte o nedenle halkı tarafından kendisine“Adlî” unvanı layık görülmüştür. Ermeni mimarlar Ohannes ve Boğos Dadyan kardeşler tarafından yapılan türbesi bile, İstanbul’da Çemberlitaş semtinde Divanyolu Caddesindedir. Ermeni şairlerin 200’den fazla beyitten oluşan cönkler yazdığı Adlî Sultan Mahmut’un kabri bu nedenle Divan’a, İstanbul’un adliye sarayına yakın yapılmıştır.
Osmanlı Devleti askerî bir devlettir. Padişahlar da Osmanlı Devletinin mareşalleridir. Din yani İslamiyet, Devlet-i Aliye için varlığının devamını kendisine borçlu olduğu bir ilk hakikattir. Peki, bu ulvî, görkemli devlet düzeni nasıl bozulmuştur? Gelin, birlikte Cevdet Paşa Tarihindeki Osmanlı Toplum ve Devlet Görüşü üzerine odaklanalım. Cevdet Paşa Osmanlı Devletindeki çöküşü Kanunî’den başlatır ve bu çöküşü iki esaslı nedene bağlamaktadır. Bunlardan birincisi “Kanun-u kadime”(Yerleşik eski âdet) uymamaktır. İkincisi ise çağın gereklerini dikkate almamaktır. Nedir, Kanun-u Kadim’e riayetsizlik? Kısaca ifade edelim, devlet düzeni bir bütündür, her istisna, her ayrıcalık bütünü zedeler, nitekim zedelemiştir ve de günümüzde de zedelemektedir.
Tarih biliminin yadsınamayan kendi kuralları vardır. Her toplum için belli bir gelişme sınırı bulunmaktadır. Yani, ikbalin zirvesine ulaşınca zeval başlar. Yükseliş zirve yapınca dönüş de buradan başlar. Bu ezeli bir yasa’dır. Her dünya devleti gibi, Osmanlı Devleti de bu evrensel ve ezeli kanuna boyun eğmiştir. Gerçekten de Osmanlı Devleti’nin en parlak dönemi olan Kanunî devri, sonun da başlangıcını teşkil etmiştir.
Yapılan en belirgin hatalar nelerdir? Bir kere, Kanunî’ye gelinceye kadar bütün padişahlar, Divan’a bizzat başkanlık ederken, o müzakereleri kafes arkasında izlemeye daha sonra da Divan’a katılmamaya başlamıştır. Bunun anlamı yönetimden ve yönetişim(governance)’den uzaklaşmaktır. Sadece o kadar mı halktan da uzaklaşmak, demektir. Kanunî Edirne’de, Niğbolu’da ava çıkar, her mazlum onunla aracı olmadan konuşarak maruzatını sunarken, bu âdetten vaz geçilmiştir. Kanunînin, kanunu-u kadime bir başka muhalefeti de hasodabaşı İbrahim Ağayı defaten sadrazam makamına getirmesi olmuştur. Bu durum Kanunî’den sonra gelecek padişahlar için kötü bir örnek oluşturmuştur.
Kanunî devrinin bir başka kötü mirası da tımarların rüşvetle satılmaya başlamasıdır. Bidat’ların belki de en kötüsü serdarların seçiminde gösterilen kayıtsızlıktır. Sözcük olarak bidat, daha önceden bulunmayan yâda bir örneği önceleri görülmeyen ve yeni ortaya çıkan kötü fiil, uygulama, kural ve âdet demek olduğunu anımsayalım. Eskiden serdarlar daha çocukluk çağlarındayken savaş hizmetlerinde ve alanlarında pişen, bilgi ve deneyimleri gelişen, kazandıkları ehliyetleri ile beraber rütbeleri ilerleyen, yurdun her köşesini karış karış dolaşan, silah, araç ve gereçleri kullanmakta büyük maharet kazanmış kimselerdi. Kanunî zamanında bu âdet de bozulmuştur.
Sadrazam ile padişah arasına kimse giremezken, devletin dizginleri “kurenâ-yı saltanat”(padişahın yakınları)’ın eline geçmiştir. Kanunînin eşi Hürrem, kızı Mihrimah ve damadı sadrazam Rüstem Paşa onu avuçlarının içine almışlardı. Bu yüzden sadrazamlar uzun zaman Enderun halkına boyun eğmişler ve bu bağımlılık Enderun halkını büsbütün şımartmıştır. Şimdi de öyle değil mi? Unutmayalım, Tarihten alınacak en büyük ders ondan ders almamaktır. Birinci, ikinci ve üçüncü şahıslara duyurulur…
Kanunî son zamanlarında bakanların her biri padişahın yakınlarından birine bağlı ve hepsi birbirleriyle birleşmiş olarak Enderun ve Birun’u sarmıştır. Onların haberi olmadıkça bir şeyin ihtar ve ifadesi olanaklı değildir.
Evet, sevgili okurlar, düzen bir günde bozulmamıştır. Önceleri farkına bile varılmayan çatlaklar zamanla genişlemiş, basit nedenler vahim sonuçlar doğurmuştur. Yoksa Devlete şirk koşan, babasını devirmeye hazırlanan Şehzade Mustafa'ya karşı Kanunî Sultan Süleyman, güvenini kaybederek cellâtlara oğlunu öldürmeleri için emir vermişti. Unutmayalım ki, mücadeleyi Şehzade Mustafa kazansa idi, yalnız Bayezid değil, Selim, hatta Cihangir de öldürülecekti. İktidar mücadelesi işte böyle bir şey…
Sona yaklaşan bu akşamki Muhteşem Yüzyıl dizisini bu olgularla seyredin, iyi seyirler…