Eskiden kendini bir yerlere beğendirmeyi yaşamının hedefi haline getirmiş, her ne pahasına olursa olsun, ortalık yerde olmak isteyen bir kısım medya erbabı ile sözde akademisyen ve sivil toplumcular çağırılı olmasalar bile“Abant Toplantıları”na yalın yapıldak koşar, etrafta goy goyculuk yapıp, hava atmayı matah bir şey sayarlardı. Aslında yaptıkları, bir yerlere güven tazelemekten başka bir şey değildi. Yani? Yanisi, Abant’ta el pençe divan durup, eğilip bükülerek boy göstermeyi becerenler, şakirtler(öğrenciler, taliban) tarafından “Büyük Vaiz”’e anımsatılmasını isterler ve de karşılık beklerlerdi. Göstermelik de olsa, bu bendelikler kısa zamanda kendilerine yol-su-elektrik olarak değil, makam, kredi, itibar ya da prestij olarak geri dönerdi. Şimdilerde bütün bunlar nostalji oldu, bırakın etrafta prim yapmayı, esamisinden bile eser yok. Evet, “Eski Çamlar Bardak Oldu”. Günler geçti, devirler değişti, kafalara kozalak atan çamlar ya kesildi, ya da kesilmek üzere. Ama bilinen bir gerçek var ki, hemen hepsinden bardak yapılacak. Böyle buyurdu, Zerdüşt(Also sprach Zarathustra).
Peki, bu arada başkalaşım geçirenlere n’oldu? Onlar mı? Hemen hepsi iktidarın etrafında kümeleştiler. İsmet Paşanın damadı Gazeteci Metin Toker’in bir kitabında görmüştüm. Nisan 1960 ayında Başbakan Adnan Menderes etrafındaki aynı aspirin adamlar, ihtilalden bir ay sonra yani Adnan Menderes’le resim çektirdikten iki ay sonra Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in etrafını doldurmuştular. Çünkü onlar Gramsci’nin deyişiyle “Üst Yapının Memurları”ydılar. Günümüz “Üst Yapının Memurları” ise, öncelikle “Dolmabahçe Talimatlandırma Toplantı ve Görüşmeleri”nde boy gösterip aynı stratejiyle hemhal oldukları görülmektedir. Dikkat edildiyse, oturdukları masa da fikirlerin tartışıldığı yuvarlak masa toplantıları (Round Table Session) gibi çetrefilli değil, dört köşe masalardır... Niye? Çünkü talimatlandırma masaları böyle olur. Duvara sırtlarını verebildikleri, ortası boş, dört köşe masa etrafında nasıl da dört köşe olduklarını hep birlikte ekranlarda izlemekteyiz, görmüşlüğümüz vardır.
Ya sonrası? Abant-Dolmabahçe çizgisindeki sahibinin sesi “Üst Yapının Memurları” bugünlerde hemen her yerde talimatlandırıldıklarını ve bunun da çok güzel bir şey olduğunu itiraf etmekten kendilerini alamamaktadırlar. Sesini yükseltmeyi dik durmak sanan bir mütareke basın mensubu, kendi yandaş televizyon kanalında hemi de bayağı sesini yükselterek "(İktidar)dan talimat alırsın, bu güzel bir şey, herkesten talimat almak kötü bir şey mi?” sözlerini sarf ederek, bu özgün profili ve figüratif olguyu da onur vesilesi
yaparak açıkça dillendirebilmiştir. Ancak gazetecilik mesleğinin en belirgin özelliği, halkın ve hakkın yanında olmak ve tarafsız kalabilmeyi becerebilmektir.
Kriz zamanlarının önemli özelliklerinden birisi de beraberinde beklenmedik fırsatları getirmesi ve sunmasıdır. Ne dersiniz? Galiba hukuk yavaş yavaş geri mi geliyor? Böyle giderse, hukukun yeniden yapılanması, akılcı bir çizgiye oturması bile mümkün. 17 Aralık’tan sonra ayan beyan görülmüştür ki, yargıda iki başlılık egemen ve de yargıç ve savcı atamalarıyla soruşturmalara müdahale algısı kamuoyunun gündemine oturmuş durumda... Fazlaca kafa yormaya gerek yok, mesele tamı tamına böyle. Ancak bu arada sevindirici olan, yargının üst yapısındaki değişikliklere, en çok hazırlıklı olan makamın da Türkiye Barolar Birliğinin olduğu görülmüştür. Özellikle Başkanının önceden hazırlıklı olarak iktidara hukuk dersi vermesi gerçekten sevindirici olmuş ve yaşanılan bu evrenin de müjdesini oluşturmuştur.
Gelelim, yargıdaki örgütsel ana fikrimize...Genel ilke olarak, nasıl ki idarede kuvvetler ayrılığı kabul görüyorsa, yargıda da erkler ayrılığı benimsenmeli ve iddia ile karar makamı birbirinden ayrılmalıdır. Bunun nedeni ise açık, seçik ortadadır. Çünkü iddia ve karar makamı farklı işler üstlenen makamlardır. Yargıda unutulmaması gereken usul-u muhakemeye göre, savcının yeri, savunmanın, avukatın, dava vekilinin hemen yanı başıdır. Bunu anlayabilmek için sadece mahkeme sahnesi olan bir Hollywood filmi görmek kafidir. Ancak Türk hukuk sistemindeki günümüzdeki uygulama ile savunmanın yalnız bırakıldığı bugünkü ortamda iddia ile karar makamının birlikteliği hukukun değişmesi gereken görünen tarafını oluşturmaktadır. Bu noktadan hareketle “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” da “Yüksek Hâkimler Kurulu” ve “Yüksek Savcılar Kurulu” olarak ikiye ayrılmalıdır. Bu yapılabildiği ve de Yargıda Erkler Ayrılığı benimsendiğinde sadece yargıdaki iki başlılık sona ermeyecek, aynı zamanda yargı bağımsızlığı da yürütme ve yasama müdahalelerine karşı korunmuş olacaktır. Ne dersiniz, bu gerçekleşebilir mi? Hemen de enseleri karartmayalım. Rahmetli İsmet Paşa'nın söylediği gibi, durum vahim ama, ümitsiz değil. Şimdi akıl sağduyu ve cesaret gerek, sevgili okurlar.