Hem de Kurban Bayramı içerisinde rezonatik bir olgu ile tüm ülkeyi savaş alanına çeviren olaylar bilinen odakların alana çıkılmasını tetikleyen açıklamalarına rağmen neden durdu? Olayları yakinen izliyorsunuz değil mi, neden devam etmedi? Ülkeyi bir baştan bir başa kana bulayan barbarlık ve vandallığın tüm görünümlerini sergileyen ve bu işi profesyonelce yapanlar neden bir anda sırra kadem bastılar? Çünkü askerin sokağa çıktığını gördüler, kazın ayağının bundan sonra hiç de kendilerinin istediği şekilde biçimlenemeyeceğini anladılar. Cilalı Taş devri gibi, güvenlik güçlerimizce hümanist bir biçimde devam ettirilmeğe çalışılan “Kuş Sapanı Devri”nin geride kaldığını gördüler. Kuşkusuz sokağın tansiyonunun ne kadar gerilime müsait olduğunu -yüksek olduğunu biliyorlardı, ama gerçekten de bu kadar yükselebileceğini bilmiyorlardı- onlar da test etmiş oldular. Öte yandan, hükümetin dışında kalan taraflarda çözüm sürecinin akamete uğrayabileceği kaygısını da test etmiş oldular. En korkulan da buydu. PKK üzerindeki asıl gücün İmralı değil, Kandil'de olduğu gerçeği bilinen odaklarca halka dayatılıyordu. PKK’yı yücelttikçe yüceltiyorlardı. Kürt halkı Kobani’de tüyen, kayıplara karışan bu gücü test ederek-acı ama gerçek- PKK’nın içinin ne kadar boş olduğunu görmüş oldu. Her şeyden önemlisi mütedeyyin Kürt halkı Kuran Kurslarındaki “Kuran-ı Kerim Azim-i Şan”’ın nasıl ayaklar altına alındığını ve yakıldığı gözleriyle gördüler ve bu fırsatı yakaladılar. Orada yaşayan halk uzun bir aradan sonra PKK’nın ateizmi benimseyen Marksist-Leninist bir örgüt olduğunu bir kez daha anımsamış oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ılımlı bir profil çizen Selahattin Demirtaş’ın gerçek yüzünü gördüler. İstemeye istemeye de olsa şiddetin bölge halkının üzerinde bıraktığı tortu ve dayatma ile Öcalan’ı lider olarak görmeye bile alışmışlardı. Ama bu arada hiçbir konuda onun karar vermediğini, veremediğini ve kendisinin sadece konu mankeni olarak görüntü verdirilmeğe çalışıldığını da test etmiş oldular.
Cumhurbaşkanı ve Hükümet kendi planladığı, birileriyle kapalı kapılar arkasında birlikte inşa ettiği bir çözüm süreci istiyor, bu çok açık… 9’arlı olarak 7 coğrafi bölgeye ayrılan 63 akil adamlı 1890’ların “Ermeni Çözüm Süreci”ndeki gibi “Heyet-i Nasıha”(Öğüt Kurulları)’lar da bu sürecin bir parçası. Unutulmaması gereken ise eğer bunda ısrar edilirse çözülme sürecinin bir parçası olmaya da aday bu “Öğüt Kurulları”. Nedeni açık? Ödün üzerine kurulu bu öğüt sistematiği, bu bölgede sökmez. Söken diyenlere Apo’nun “ “Kürdistan’da Zorun Rolü” kitabını okumalarını öneririm.
Unutulan ve ısrarla kaçınılan, bu ülkede top patladığı zaman cebinde uçak biletleri olmayan ülkede kalacakların bu süreçten uzak tutulması. Bu lafı sevmiyorum ama ulusalcıların, milliyetçilerin bu sürece entegre edilmesinden ısrarla kaçınılmasıdır. Ben ikisini aynı kefeye koyarak söyleyeyim, “Milliyetçiler”in olmadığı bir barış süreci ne kadar gerçekçidir? Ya da milliyetçiler olmadan gerçek bir barış süreci inşa etmek mümkün olabilir mi? Kürt halkını da dışlayarak Kürt Feodalitesinin istemleri üzerine inşa edilen ama Milliyetçileri dışlayan çözüm süreci ile gerçek bir barış inşa etmek mümkün değildir.