Osmanlı’dan günümüze yerleşik Türkiye Tarihinin karşılaştığı en büyük trajedi ve facialardan biri olmuştur, “Soma Maden Kırımı”. III. Milenyumun sonuna doğru “kırım ve soykırım” fotoğraf karelerinden alışık olduğumuz kepçelerle mezar kazılan Serebrenitza soykırımı ile karşılaştırılabilecek ölçüde büyük bir katliam görüntüsünü de ayrıca sergilemiştir, “Soma Maden Kırımı”. Unutmayalım ki, Allahın ve halkımızın indinde şehitlik mertebesine ulaşanların yaşları 25-35 yaş aralığındadır. Bu acı bilanço, Türkiye’yi dünyada üçüncü, Avrupa’da bir numaraya yükseltmiştir. “Soma Trejedyası”nın sorumlusu hiç kuşkunuz olmasın, “Babalar gibi satarım” anlayışını şiar edinen özelleştirme yandaşlarıdır. Unutmayalım ki, “Soma Faciası”nın sorumlusu Genç Türkiye Devletinin cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yaşamı pahasına devletleştirdiği ve millileştirdiği kamu mallarını ve ülke madenlerini yağmalayanlar olmuştur. İşin acı tarafı hiçbir şeyle tevil edilemeyecek zalim, gaddar ve insafsız bir sistemin ürünü olan bu “Taammüden Katliam” göstere, göstere gelmiştir. Öyle görünüyor ki, fizik ve kişinin emniyet harcamalarını bir tarafa bırakıp, kârı her şeyin üzerinde tutan işletme hataları ile ihmalden ileri geldiği de açık seçik ortadır. Bu sistemde para ve rant vardır ama, içinde insana yer yoktur. Belleklerimize kazıyalım, Soma’da patlayan taşeronluk sisteminin kendisidir. Bir zincirleme reaksiyon gibi, “taşeronların taşeronları” sisteminde Redövans mukabili ocakları alanlar daha sonra ruhsatları da satın almışlardır. Redövans taşeron firmadan alınacak ton başı kira bedelidir. Kuşkusuz taşeron firma işçiliği, sendikacılığın önünü kesecek tarzda küçük küçük parçalara ayırarak bir başka taşerona ihale etmiştir. Bu Vahşi kapitalizm sisteminde amaç maliyeti alabildiğince düşürmektir. Maliyeti düşürmek için daha da çok şeyler yapmak gerekmektedir. Düşünelim 40 TL’sine çalıştırılan sadece bir işçinin maliyetinden mi tasarruf edilecektir? Hâşâ… Yalnızca işçilikten değil diğer girdilerden de tasarruf edilecektir tabii, bunların içinde emniyet tedbirleri de vardır. Gaz maskelerinden, yeni model trafolardan, jeneratörler tasarruf edilecektir. Kısaca bu “Han-ı Yağma, günümüzde devletin 130 Amerikan Dolarına (ABD) mal ettiği bir ton kömürün, özel sektör tarafından 23 ABD’na mal edilmesi sözcüğü ile açıklanabilir. Bu öyle bir “Han-ı Yağma”dır ki ancak ve ancak Tevfik Fikret’in 1912 yılının Haziran ayında -her ne kadar Victor Hügo’dan çalıntı da denilse-yazdığı ve hâlâ güncelliğini koruyan bilinen o aşina şiiriyle açıklanabilir:
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Ziya Paşa’nın dediği gibi, “Evvel yoğidi iş bu rivayet yeni çıktı.” Hiç olur mu öyle şey? Kim demiş paranın dini imanı olmaz diye? Dini imanı olmayan paraya “dinsiz imansız para” demezler mi? Vahşi Kapitalizmin, bencil mantığına göre “Mal benim değil mi, istediğimi yaparım!” diyen zihniyetin “dinim, imanım kârdır, paradır”ın Soma sürümüdür bu han-ı iştiha…
Ayrıca Sayın Başbakan’ın “bu mesleğin fıtratında var” açıklaması ise, “kederlerin kaderle”, yaratılışla teslimiyetçi ve kaderici bir anlayışı da tekrardan gündeme taşımıştır. “Fatr” kökünden türemiş olan “Fıtrat” kelimesi, ayrıca, “bir şeyi başlangıcında yarmak, kazmak” anlamına da gelmektedir. Eğer “Fıtrat” sözcüğü “Kazmak” meali olarak kullanıldı ise, “evet kazmak, madencinin fıtratındadır, ama bu ölüm olmamalıdır”. Evet, sevgili okurlar, “Ölüm ne madencinin alın yazısıdır, ne de ölümle sonuçlanan bu facia madencilik mesleğinin bir gereğidir”. Söylemem o dur ki, “karpuzu kabuğuyla, pirinci taşıyla yemeye hazır olanların bizi ikna etmeye çalışması” sadece ve sadece bilinen bir ifade ile söylenilebilir: “Abesle İştigal”
Üzüntümüz sonsuzdur. Soma Ocağında şehit olan yüzlerce emekçi kardeşimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine, sevdiklerine ve tüm Türkiye’ye sabırlar diliyoruz. ACINIZ ACIMIZDIR. BAŞIMIZ SAĞOLSUN.
Ne diyelim, Adana Demirspor’un Üniversiteli taraftarlarının astıkları bir pankartla yazımızı noktalayalım. “O kadar çok kazdınız ki, cennete düştünüz be abi”