CHP’nin 9 Mayıs 1950 tarihinde düzenlediği mitinge katılım epey yüksek olmuştu. Her kes ve her şey seferber edilmiş, devletin olanakları bütünüyle kullanılmış“Yer Demir Gök Bakır” gibi Taksim, baştanbaşa CHP amblemi altı oklara bürünmüştü. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Prof.Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın toplanan kalabalığa bakıp, o tarihte Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye dönerek, “İşte Paşam İstanbul” demişti. Bu üç küçük kelime Türk siyasal yaşantısının özdeyişlerinden biri oluvermişti. Bu vecizenin yankıları, ertesi günkü iç ve dış basında birinci sayfalarda, tüm sayfayı kaplayacak tarzda yayınlanmıştı. CHP birden bire seçimi kazandım, havasına girmiş, sadece İstanbul’da değil, tüm Türkiye’de kelimenin tam anlamıyla adeta bir deprem yaşanmasına neden olmuştu. Ama gelin görün ki, altı gün sonraki seçimleri CHP, bu kalabalığa rağmen ağır bir yenilgiyle kaybetmişti. Bir de üstüne üstlük, halk arasında içkiyle mücadelesi ve Yeşilay Başkanlığıyla tanınan ve ufak tefekliğinden ötürü “Küçük Vali” lakabıyla anılan Fahrettin Kerim Gökay da, 1950 seçimlerinin hemen arkasından Demokrat Parti’ye geçmişti. Türk Siyasi Tarihinde bu örnek, gücün ve güçlünün yanında daima duranlar için değişmez bir numune oluşturmuştur. Şimdilerde beş dönemdir arka arkaya seçilen belediye başkanları için Kırkpınar Pehlivanlarına özlem bir altın kemer vaveylası sürüyor ya, ama bu geçmişte yaşanılan, günümüzde yaşanılanın katmerlisi… Bunu çoktandır yaşamadığımız için göremiyoruz. Biz de siyaset biraz da at yarışına benzer, ne diyelim, kazanmaktan usanmayanlara hayırlı uğurlu olsun.
1 Haziran 2014 “Yenilenen Yerel Seçimleri” bir şeyi önemle vurgulamıştır. Bu da açık seçik tezekkür edilmektedir ki, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru Muhalefet Partilerinin çatının önemini kavramış olmaları gerçeğidir. Gençliğimde İstanbul'daki eğlence yerleri son derece kısıtlı, müzisyenlik henüz meslek olarak değil de, zevk için yapılırdı. İstanbul’da Elmadağ Caddesi üzerinde daha çok turistler bir iki diskotek, Hilton ve Divan otelinde bir iki tanınmış piyanist beş çaylarında hafif müzik çalardı. Ama Şişli’ye giderken büyük caz ustası, müzik adamı ve büyük çınar İlham Gencer’in Site Sineması'nın da bulunduğu binada kendisine ait kiralık bir "Çatı Kulübü" vardı. I.Boğaziçi Müzik Festivali’nde “İstanbul” isimli parçasıyla birincilik ve “Dünya Dolaşan Şarkı” eseriyle ikincilik kazanan İlham Gencer’in şefliğini üstlendiği orkestrası bir o kadar ünlüydü. 3 Mayıs Türkçüler Bayramı’nın 30 yılına armağan olarak bir de plak seslendirmişti, İlham Gencer. Çatı Kulübü adeta "Türkiye’nin bir tür özel konservatuarıydı". Kimler söylememişti ki, o küçücük sahnede. Örneğin; İstiklal Marşından sonra tüylerimizi diken diken eden “Memleketim” şarkısını Türkiye’ye ezberlettiren eski eşi Ayten Alpman, Süperstar Ajda Pekkan, davudi sesiyle Cem Karaca, çocukların sevgilisi Barış Manço, Kalipso Kralı Metin Ersoy, kadife sesiyle Emel Sayın, Füsun Önal. Darbukatör Baryam gibi, Şarkıcı Fabrikatörü İlham Gencer, burada çeşitli şarkıcılarla oluşturduğu grubuna da "Los Çatikos" adını vermişti. “Çatı”'da sahneye çıkmak, şöhret olmak, herkesin sevgilisi olmak demekti.
Şu günlerde, gitgide kutuplaştırılan, ötekileştirilen, kamplara ayrılan halkımızı kucaklayabilecek, sevgiyi hemen yanı başımıza hissettirebilecek ve herkesin farklı bir telden çaldığı tüm müzik enstrümanlarını bir hedefe yöneltebilecek, Türkiye "Los Çatikos"unu maharetle yönetebilecek bir virtüöz çatı adayına ne kadar ihtiyacımız var. Ama endişemiz odur ki, bütün bu yaşadıklarımızdan ibret alınacak dersler çıkarmayıp “Tüfek Çatılacak, Çat” gürlemesiyle, gerilimin ve ayrıştırmanın daha da derinleştirebileceğidir.